Bir maça ası olarak "Üç pick" diyorum.
- Dört trifle mi?
- Counter!
- Surcounter mu?
- Pass, sen oyna. Ben de oynadığım oyuna akord basim bari...
Hayata ilişkin kaybedişler, büyük başlangıçların dönüşüdür. Ardından soluk soluğa terk edilmişlik duygusu; içinden hüzün geçen bir tren gibi. Yolların belirsizliğinde kendini raylara teslim edersin. Nereye kadar mı? Aslında raylardan çıkmadığın sürece emniyettesin.
Sonra en başa dönersin.
Aslında yolculuklardan artakalandır yazı. "Hayat tecrübelerin bütünüdür." diye iddia edersin. "Ama hayır!" diye karşı çıkabilir yazar. "Bazen yaşamak istediklerini de yazabilirsin."
Giyotinli bir labirent tam karşında... Konu belli: "Giyontinli Labirent."
On beş öyküden oluşan bu kitap oldukça öznel, ve ama bir o kadar da nesnel bazı anlatımları içeriyor. Aslında bütün bunlara öykü demek de pek yerinde değil, çünkü anlatım o kadar ilginç ki bazı yerlerde öykü kurgusuyla makalenin birbirine karıştığını hissedersiniz. Otomatiğe alınmış bir tüfek gibi, sözcükler ardı ardına patlıyor: Ben kimim, neyim, neredeyim, ne yapıyorum, herkes ne yapıyor, sonrası ne olacak? Bütün sözcükler yerini buluyor mu? Bu oldukça öznel.
Arif Kaptan böyle yazmış. Sen nasıl yazardın?