Hans Magnus Enzensberger, hep yaptığı gibi, 'zamanın ruhu'na nüfuz ediyor ve onu 'insanlık namına' sorguluyor. Zamanımızın ruhu: yani zengin metropollerden 'hayatı kaymış' Üçüncü Dünya ülkelerine kadar bütün dünyada hüküm süren iç savaş hali, barbarlık... 'Türdeşlerini planlı biçimde, büyük çapta ve coşkuyla öldüren tek varlık' olan insan; çağımızın üzerine çöktürdüğü çaresizlik ve anlamsızlık duygusundan doğan nefretini, en yakınlarına, komşularına yöneltiyor. Gerilla savaşları ve etnik kırım gibi büyük çaplı çatışmalarda da, günlük hayattaki 'amaçsız' caniliklerle kendini gösteren 'moleküler iç savaş'ta da aynı tohumları görüyor Enzensberger. 'Nefret Kültürü', özellikle medyanın beslendiği ve beslediği kültürel bir olgu olarak ürüyor. İnsanın 'düşman'ını falan değil kendini ve hayatını anlamsızlaştıran, değersizleştiren bir özyıkım eğilimi serpilip boy atıyor. Usta yazar, içinde yaşadığımız kronik iç savaşı çarpıcı, zaman zaman da provokatif bir anlatımla tasvir ettikten sonra, "ne yapmalı?"nın cevabını arıyor. Cevabı ve umudu, belki dünyayı düzeltemeyecek olan, ama bunu bile bile 'bir çatıyı, bir köşeyi, bir yarayı iyi edebilmek' için uğraşıp didinen insanların direncinde, dayanışmasında, sebatkarlığında, hayata bağlılığında buluyor.