Yazar ile esin perisi arasındaki çapraşık ama aynı zamanda şiddet ve sevecenlik dolu o kadim ilişkiyi anlatıyor Mantissa'da Fowles. Perinin sanatçıyla ilişkisi yoğun bir tensellikle donanmış olsa da, var olan yaşantı çok daha karmaşık bir duygusal gelgite dönüşüyor. Fransız Teğmenin Kadını, Yaratık ve Büyücü gibi başyapıtları arasında sayılabilecek bu romanında Fowles alaycı ve acımasız bakışını bir fener gibi okurun gözüne tutarken sorular soruyor, sorduruyor. Yazar esinini alıp edebi bir forma dönüştürürken periye ödenen bedel nedir gerçekte? John Fowles, Mantissa'da ördüğü "ince ama güçlü ağ"da edebiyat, aşk ve erotizmi farklı düzlemlerde karşı karşıya getirirken okuru düşündürdüğü gibi, eğlendirmeyi de elden bırakmıyor. Bir hastane odasında yatan romancı Miles Green hafızasını yitirmiştir. Esin perisi Erato ise sırayla sevecen bir doktor; onu anti-feminist, burjuva elitisti olmakla eleştirip "edebi suçları"nı sayana bir punk; bir geyşa; otoriter bir orman perisi olarak sahneye çıkar Green'in yarı bulanık dünyasında. Tenin ve sözün çarpıcı diyaloglarının egemen olduğu bu fantastik kurguda gerçekliğin ve yaratıcılığın doğasını, sanatın yabancılaşmasını, günümüzde edebiyatın giderek kendine dönük bir üsluba geçişini, kadın-erkek ilişkilerini ve yaşam-sanat ekseninin bileşik kaplarında değişen dengeyi, Fowles'in zekice gözlemleriyle izleriz. Miles Green sonunda, kendine şu soruyu sorar; "Kadınlarla, gerçeklik batağında mücadele edersen, başka bir deyişle laf yarışına girersen, her zaman kaybedersin. (...) Acaba, kadınlar, sırf intikam almak, kendilerinden daha iyi olan erkeklerin kafasını karıştırmak, dikkatini dağıtmak, hayati önem taşıyan entelektüel istek ve özlerini mantissalar için boşa harcatmak amacıyla mı edebiyatı icat ettiler?" Ne dersiniz?